
Malpraktis davası doktor hatalarına bağlı olarak hastanın zarar görmesi nedeniyle açılan bir davadır. Hastanın bu doktor hatasından dolayı fiziki ya da ruhsat açıdan zarar görmesi engelli hale gelmesi mümkün olduğu gibi hastanın hayatını kaybetmesi gibi daha ağır sonuçları olabilir. Her iki durumda da malpraktis davası ceza hukuku ile yakından ilgili olduğu kadar doktor hatasına bağlı olarak meydana gelecek zararlar açısından malpraktis tazminat hukuku ile de yakından ilgilidir.
Özellikle malpraktis davaları açılmadan ve hukuki işlemlere başlanmadan malpraktis davaları nasıl açılır? Malpraktis davaları hangi mahkemelerde açılabilir? Gibi konularda bilgi sahibi olmak hatta malpraktis dava örnekleri ile bu bilgilerin pekiştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu davaların nasıl ve hangi mahkemelerde açılacağı malpraktis unsurları hakkında detaylı bilgiler vermeden önce tıbbi açıdan malpraktis nedir? sorusuna cevap vererek yazımıza başlayalım. Yazımızın sonunda ise benzer dava örnekleri göz önüne alınarak hazırlanmış farklı malpraktis dava dilekçesi örneklerinden yararlanabilirsiniz.
Malpraktis Nedir?
En kısa ve anlaşılabilir şekilde malpraktis doktor hatası olarak tanımlanır. Bu hata doktorun tıbbi uygulanmasına bağlı olarak gerçekleşir. Bu nedenle hatanın kaynağı doktorun bilgisizliği ya da deneyimsizliği olabileceği gibi yanlış ya da hatalı tedavilerde malpraktis davasına konu olabilir. Hatta tedavi sonrasındaki eksik ve yetersiz bakım nedeniyle hastanın zarar görmesi durumları da doktor hatası olarak kabul edilerek malpraktis davasına konu olabilmektedir.
Malpraktis Davaları
Malpraktis davası denildiği zaman genellikle ilk olarak malpraktis tazminat davası akıllara gelir. Ancak tazminat hukuku ve ceza hukukuna hakim bir hukukçu olarak bu konuda açılacak ceza soruşturmaları ve sonrasında açılacak ceza davalarının malpraktis tazminat davaları kadar önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü malpraktis hata, ilgisizlik veya yanlış teşhise bağlı olarak gelişebilir. Her ne kadar malpraktis unsurları arasında “kast” unsuru yer almasa da bu hata ilgisizlik ve yanlı teşhis durumları ceza hukukunun konusunu oluşturacak fiillerdir.
Her ne kadar ceza yargılaması sonucu verilecek mahkumiyet kararlarının özel hukuktaki yani malpraktis tazminat davasını bağlayıcı zorunluluğu bulunmasa da, ceza yargılamasında kullanılan ve elde edilen deliller tazminat davalarında önemli bir yere sahiptir. Hatta çoğu zaman malpraktis davaları devam ederken bu konuda devam eden cezaları davaları bekletici mesele yapılabilmektedir. Bu durumda doktor hatalarına bağlı olarak açılan ceza davaları ile tazminat davalarının birbiri ile yakından ilişkili olduğunu göstermektedir. Bu nedenle malpraktis tazminat davalarına değinmeden önce tazminat davalarına yön vereceğini düşündüğümüz ceza davaları hakkında etraflı bir şekilde bilgi vermeyi uygun görüyoruz.
Ceza Hukuku Açısından Malpraktis Davası
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi doktorun bu hatası sonucu hastanın zarar görmesi, engelli hale gelmesi veya bu hataya bağlı olarak ölüm olayının gerçekleşmesi muhtemel sonuçlar arasında yer alır.
Tüm bu fiiller ceza kanunumuzda “Taksirle yaralama” veya “Taksirle ölüme sebebiyet verme” gibi suç olarak tanımlanmış cezai yaptırımların konusu olabilir. Ayrıca doktor hatasının kapsamı bilinçli taksir unsurlarını oluşturması halinde çok daha ağır cezai müeyyidelerle karşılaşmak olası bir durumdur. Her iki suçun oluşmasında “taksir” öne çıksa da cezai yaptırımları farklıdır. Bunun dışında doktorun kasıtlı olarak hareket etmesi halinde bu durumda taksir unsuru ortadan kalkarak; Kasten yaralama hatta kasten öldürme suçlarından da yargılanması olası bir durumdur. Bu nedenle ceza hukuku açısından malpraktis davalarını bu suçların ayrımını gözeterek incelemeyi yeğliyoruz.
Kasten Yaralama Suçu ve Malpraktis Davası
Yukarıda da belirttiğimiz gibi yapılan tıbbi müdahale sonucu hastanın yaralanması zaman zaman kasten yaralama suçunu oluşturabilir.
Doktorun kamu hastanelerinde doktor olması halinde kasıtlı olarak hareket ederek hastanın yaralanmasına sebebiyet vermesi; Kasten yaralama suçu ile birlikte “görevi kötüye kullanma” suçunu da oluşturabileceği konusunda zaman zaman tereddüde düşüldüğü görülmektedir.
Bu hususa; Yargıtay 4. Ceza Dairesi 06.06.2012 tarihli kararı ile büyük ölçüde açıklık getirmiştir. Dilerseniz konuyu ilgili Yargıtay kararını dikkate alarak inceleyelim.
Kasten Yaralama Suçuna İlişkin Malpraktis Dava Örnekleri
Tıp bilimi ve mesleğinin gereklerine aykırı davranış kasta veya taksire dayalı olabilir. Hekimlerin tıp bilimi ve mesleğinin icrası sırasında dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışları nedeniyle tedavi kusuruna yol açmaları taksirli sorumluluğa neden olur. Dolayısıyla, taksire dayalı bir tıbbi kusurla hastaya zarar veren hekimin eyleminin, kasıtlı bir suç olan görevi kötüye kullanma suçunu oluşturması mümkün olmayacağından, eylemin taksirle ölüme veya yaralamaya neden olma suçunu oluşturacağı düşünülmelidir. Buna karşın, tedavi sürecindeki kimi iradi davranışlar dolayısıyla hekimin kasıtlı suçları işlemesi de olasıdır.
Kamu görevlisi olarak görev yapan hekimlerin hastaya sağlık hizmeti vermek veya tedavi etmekle yükümlü olmaları nedeniyle, bilerek ve neticelerini isteyerek bu yöndeki görevlerinin gereklerine aykırı şekilde hareket etmeleri ve TCK’nın 257. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında sayılan cezalandırma şartlarından birinin gerçekleşmesi durumunda görevi kötüye kullanma suçu oluşur.
Görevi kötüye kullanma suçu, genel ve tali/yardımcı hüküm niteliğindedir. Diğer bir anlatımla, özel görevi kötüye kullanma suçları karşısında genel suç vasfında, suçla ihlal edilen hukuki yararı veya yararlardan birini koruyan temel normlar karşısında ise yardımcı norm niteliğindedir. Suçun manevi öğesi kast olup, taksirle işlenemez. Kamu görevlisinin fiilini, görevinin gereklerine aykırı davrandığı bilinç ve iradesiyle işlemesi durumunda suçun manevi öğesi de gerçekleşir. Buna karşılık, kamu görevlisinin görevin gereğine aykırı davranışının temeli özen yükümlülüğüne aykırılığa dayanmaktaysa, kasıtlı davrandığından söz edilemeyeceğinden, ancak taksirli suçlardan dolayı sorumluluğu yoluna gidilebilir.
Tıbbi kusur teşkil eden davranışın özen yükümlülüğüne aykırı şekilde bilgi eksikliği veya beceri hatasına dayanmayıp, hekimin bilinçli bir tercihi olması durumunda manevi unsurun kasta dayandığı düşünülür. Bu takdirde, hastasına zarar veren veya ölümüne yol açan kamu görevlisi hekimin eylemi bir taraftan TCK 257. maddesini ihlal ederken, diğer yandan kasten öldürme veya yaralama suçlarına ilişkin ceza normları ihlal edilmiş olur. Bu normlar çatışmasında, yardımcı norm olan TCK 257. madde geriye çekilirken, fail, öne çıkan kasten yaralama veya öldürmeye ilişkin temel norm ile sorumlu tutulmalıdır.
Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 06.06.2012 tarih, 2011/12168 esas ve 2012/13945 sayılı kararı
Yaralanma İle Doktor Hatası Arasında İlliyet Bağı Bulunmalısı Gerektiği Yönünde Malpraktis Dava Örnekleri
“Yüksek Sağlık Şurasının 19.3.2010 tarih ve 12476 sayılı raporunda; …’e ait disk herniasyonlarına ait radyolojik görüntülerin dosyada olmadığının; K1’a ait ameliyat öncesi ve sonrasına ait nörolojik durumuna ilişkin bilgilerin olmadığının; K2’e ilişkin ameliyat öncesi ve sonrasına ilişkin klinik bilgi, radyolojik incelemeye ilişkin görüntü klişelerinin olmadığı; K6’ne ilişkin ameliyat öncesi muayene bulgularının bulunmadığı, bu nedenle değerlendirmelerin yeterince yapılamadığının belirtilmesi ve esasen Şura raporunun TCK 257. maddesi unsurları bakımından değerlendirme içerdiği, bu nedenle karar vermek için yeterli görülemeyeceği anlaşıldığından, anılan raporda belirtilen eksik belgeler de temin edilerek dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi ve her bir mağdur yönünden yapılan tedavi ve ameliyatların tıp biliminin verilerine uygun olup olmadığı değerlendirilerek, tıbbi kusurun saptanması durumunda hastaya verilen zararla tedavi sürecindeki tıbbi kusurlar arasında illiyet bağının var olup olmadığı ve uygun görülmeyen tedavi ve uygulamaların hastalar üzerindeki sonuçlarını kasten veya taksirle yaralama suçları açısından değerlendirir nitelikte rapor alınarak sonucuna göre;
a) Sanığın eylemleri bağımsız olarak değerlendirilerek, eylemlerinin veya bazılarının tıbbi kusur niteliğinde olmadığı saptandığı takdirde bu eylem veya eylemler hakkında beraat kararı verilmesi,
b) Tıp bilimi ve mesleğinin verilerine göre tıbbi kusur kabul edilen eylemler bakımından, dosyadaki bilgi ve belgeler değerlendirilerek manevi öğenin kast veya taksir şeklinde belirlenmesi ve yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda sonucuna göre karar verilmesi,
Gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması,
3) Mahkemenin kabul ve uygulamasına göre de;
a) Tıbbi kusur olduğu kabul edilen davranışların kasta dayandığına ilişkin kanıtlar açıklanmadan ve eylemin kasta dayanması halinde temel norm olan kasten yaralama suçlarının oluşacağı gözetilmeden görevi kötüye kullanma suçundan hüküm kurulması,
b) Olayda uygulama yeri bulunmamasına karşın, farklı zamanlarda altı mağdura karşı gerçekleştirilen tedavi eylemleri nedeniyle TCK’nın 43. maddesinin uygulanması,
c) TCK’nın 53/5. maddesinin uygulanmaması,
Yasaya aykırı ve sanık … … müdafiinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce belirtilen gerekçelerle yerinde görüldüğünden HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma, öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine yeniden hüküm kurulurken 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesinin gözetilmesine, 06.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 06.06.2012 tarih, 2011/12168 esas ve 2012/13945 sayılı kararı
Kasten Öldürme Suçu ve Malpraktis Davası
Uygulamada sık karşılaşılan bir durum olmasa da; Doktorun kasıtlı olarak hareket etmiş olduğunun tespit edilmesi halinde ve bu kasıtlı harekete bağlı olarak hastanın ölmesi durumunda bu kez doktor TCK 81 maddesinde düzenlenmiş olan kasten öldürme suçundan da yargılanması ceza hukuku açısından muhtemel bir durumdur.
Gerek kasten öldürme, gerekse kasten yaralama suçundan fail olan doktorun yargılanabilmesi için yaralanmanın veya gerçekleşen ölüm ile doktorun fiili hareketinin arasında illiyet bağı kurulması zorunludur. Malpraktis unsurları sadece bu illiyet bağı ile sınırlı olmayıp ayrıca failin kasten öldürme veya kasten yaralama suçlarından yargılanabilmesi için kast unsurunun da söz konusu vakıada bulunması gerekir.
Taksirle Yaralama Suçu ve Malpraktis Davası
Hastada malpraktis gelişmesi genellikle hastanın engelli hale gelmesi, yüzde sabit iz kalması veya başka bedensel hasarlara neden olabilmektedir. Bu durumda Türk Ceza Kanunumuzun 89. Maddesinde yer alan taksirle yaralama suçu oluşabilecektir.
Yukarıda sıraladığımız malpraktis dava örneklerinden farklı olarak bu kez doktorun kasıtlı olarak hareket etmemektedir. Genellikle gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi veya yanlış tedavi yöntemleri nedeniyle gerçekleşen yaralanmalar taksirle yaralama suçu nedeniyle malpraktis davası olarak yürütülür. Esasen kusurlu olan doktorun yargılanma gerekçesi hatalı işlemleri olsa da malpraktis suçu olarak ceza hukukumuzda bir tanımlama yapılmamış olması nedeniyle taksirle yaralama suçundan yargılanarak unsurlarının oluşması halinde cezalandırılma yoluna gidilmektedir.
Malpraktis Nedeniyle Taksirle Yaralama Suçu Cezası
Yapılan yargılama sonucunda doktorun yani failin hastanın yaralanmasında kusur ve ihmalinin bulunduğunun tespit edilmesi yani malpraktis ile mağdurun aralanmasının arasında illiyet bağının bulunması halinde fail;
TCK 89/1; Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
Mağdurun aşağıda sıralamış olduğumuz şekillerde yaralanması halinde;
TCK 89/2; Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
- Duyularından veya organlarından birinin işvelinin süreli zayıflamasına,
- Vücudunda kemik kırılmasına,
- Konuşmasında sürekli zorluğa,
- Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
- Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuş ise TCK 89/1 maddesinde belirtilen ceza yarı oranında arttırılır. (3 ay ile 1 yıl arasındaki hapis cezası)
Mağdurun aşağıda sıralamış olduğumuz şekillerde yaralanması halinde;
TCK 89/3; Taksirle yaralama fiili mağdurun;
- İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
- Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
- Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
- Yüzünün sürekli değişikliğine,
- Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine,
Neden olmuş ise TCK 89/1 maddesi uyarınca verilecek olan ceza bir kat arttırılır.
Taksirle Ölüme Sebebiyet Verme Suçu ve Malpraktis Davası
Maalesef ki doktor hataları bazı durumlarda sadece yaralanma ile sonuçlanmamaktadır. Bunun dışında doktor hatasına bağlı olarak ölümlerin gerçekleştiği de sık sık görülmektedir. Yine malpraktis unsurları oluşması halinde diğer bir ifade ile hastanın ölümü ile doktor ihmali ve hatası arasında illiyet bağının kurulması durumunda fail durumunda olan doktorun TCK 85. Maddesinde yer alan taksirle ölüme sebebiyet verme suçu ile yargılanması mümkün olabilmektedir.
Konuyu bir Yargıtay kararı ile açıklamak daha anlaşılır olacaktır.
Yargıtay Malpraktis Davası Örnekleri
“Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi’nin 15.01.2014 tarihli raporunda, otopside, beyin yüzeyi hiperemik ve ıslak -parlak görünümde olup kesitlerinde sıvı çıkışı izlendiği, göğüs boşluğunda sıvı izlendiği, kalp yüzeyi peteşiyal kanamalı ve geniş alanlar şeklinde kanamalı izlendiği , her iki ventrikül içinde kanama alanı görüldüğü , mikroskobik incelemede, akciğer intraalveoler ve intestisyel taze kanama alveol lümenlerinde hemosiderin yüklü makrofajlar tespit edildiği dikkate alındığında, sanık tarafından olay gününün sabahında hastanın muayenesinin yapıldığı, akut gastroenterit ( bağırsak enfeksiyonu) tanısı konulduğu , tanıya uygun ilaçlar reçete edilmiş olduğu, halsizliği ve ishali bulunan hastaya istirahat verilmesi gerektiği, bunun yapılmamasının eksiklik olduğu, istirahat verilmemesi nedeniyle aynı gün çıktığı görevi esnasında sıcak çarpması sonucu öldüğü de dikkate alındığında istirahat verilmemesi şeklinde eksik eylem ile ölüm arasında dolaylı illiyet bağı bulunduğu belirtilmiştir.
IV. GEREKÇE
1.Can Satılmış’ın, olay günü halsizlik ve ishal şikayetleri ile viziteye çıkarak, sanık doktor tarafından olay günü sabahında muayene edildiği, sanık doktor tarafından ölene akut gastroenterit teşhisi koyularak reçete düzenlediği, muayene sonrasında askeri faaliyetleri yapmak üzere birliğe katıldığı, gün içinde silah talimi yaptığı sonrasında ağaçları sulamak için kova ile su taşıma faaliyetinde bulunduğu saat 17.00 sıralarında akşam içtimasına katılmak üzere yürüyüş kolunda alay içtima alanına hareket edildiğinde fenalaştığı, bilincinin kapalı olup ağrılı uyarana cevap vermediği, çok hızlı nefes alıp verdiğinin görülmesi üzerine hastaneye sevkinin yapıldığı ancak tüm müdahalelere rağmen olay günü akşamı öldüğü olayda, tüm dosya kapsamı ile otopsi raporunda, kişinin ölümünün sıcak çarpmasından meydana geldiği, olaydan önce kendisinde mevcut olan gastroenteritin vücutta sıvı kaybına yol açacağından sıcak çarpmasından ölümü kolaylaştırdığı belirtildiği ve Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi’nin 15.01.2014 tarihli raporunda, sanık tarafından olay gününün sabahında hastanın muayenesinin yapıldığı, akut gastroenterit ( bağırsak enfeksiyonu) tanısı konulduğu, tanıya uygun ilaçlar reçete edilmiş olduğu, halsizliği ve ishali bulunan hastaya istirahat verilmesi gerektiği, bunun yapılmamasının eksiklik olduğu, istirahat verilmemesi nedeniyle aynı gün çıktığı görevi esnasında sıcak çarpması sonucu öldüğü de dikkate alındığında istirahat verilmemesi şeklinde eksik eylem ile ölüm arasında dolaylı illiyet bağı bulunduğunun belirtilmesi karşısında, sanık doktorun olay günü sabahı muayene sonucu akut gastroenterit teşhisi koyduğu ölene, istirahat vermesi gerektiği halde koyduğu teşhise ve tedavi yöntemine ters düşecek şekilde ölenin eğitime çıkarılacağını bilerek ayrıca olayın meydana geldiği mevsim ve bulunulan coğrafi konum itibariyle akut gastroenterite bağlı sıvı azlığı, halsizlik ve hipertermi bulgularının daha da yoğunlaşarak olumsuz sonuçlara neden olacağını dikkate almadan değerlendirme yapan sanık doktor hakkında Mahkemece kurulan hükümde bir isabetsizlik görülmemiştir.
2. Yargılama sürecindeki işlemlerin usûl ve Kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç vasfı ile yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, sanık müdafiinin yerinde görülmeyen diğer temyiz sebepleri de reddedilmiştir.
V. KARAR
Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle Hatay 3. Asliye Mahkemesinin 23.01.2020 tarihli 2017/317 Esas, 2020/63 Karar sayılı kararında sanık müdafii tarafından öne sürülen temyiz sebepleri ve dikkate alınan sair hususlar yönünden herhangi bir hukuka aykırılık görülmediğinden sanık müdafiinin temyiz sebeplerinin reddiyle hükmün, Tebliğname’ye uygun olarak, oy birliğiyle ONANMASINA,
Dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 07.06.2023 tarihinde karar verildi.”
Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 07.06.2023 tarih, 2021/2851 esas ve 2023/2044 sayılı kararı
İlgili Yargıtay kararından da anlaşılacağı üzere sanık doktorun sadece yanlış tedavi uygulaması malpraktis davasına konu olmayacağı, ayrıca hastalıktan sonra istirahat raporu düzenlenmemesi ile ölümü arasında illiyet bağının kurulmasını da doktor hatası olarak kabul etmiş ve yerel mahkeme tarafından verilen ceza hükmünü onamıştır.
Malpraktis Tazminat Davası
Yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalardan ve malpraktis davası örnekleri ile anlaşılacağı üzere malpraktis davası sadece tazminat davalarından ibaret değildir. En az tazminat davaları kadar ceza davaları da önemlidir. Doktor hatasına dayalı olarak gerçekleşen yaralama veya ölümlerde tazminat sorumluluğunun doğması için öncelikle kişinin ölümü veya yaralanması ile doktor hatasının arasında bir illiyet bağının kurulması gerektiğidir.
Malpraktis Tazminat Davası Örnekleri
“Dosyanın incelenmesinden; davacılardan K2’in 15.12.2008 tarihinde yaptığı doğum sırasında doğumu gerçekleştirilen doktorun sezeryan yerine normal doğum yaptırmak suretiyle sağlık hukukuna ilişkin mevzuata uymayarak hizmet kusuru işlenmek suretiyle maddi ve manevi zararlarına sebebiyet verildiğinden bahisle oluşan zararın giderilmesi istemiyle 30.03.2015 tarihinde Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine yapılan başvurunun zımnen üzerine 10.07.2015 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, zararı doğuran eylemin doğumun gerçekleştiği 15.12.2008 tarihi olduğunda kuşku yoktur.
Bu durumda, yukarıda sözü edilen yasa hükmü uyarınca davacının herhalde eylem tarihi olan 15.12.2008 tarihinden itibaren 5 yıl içinde ilgili idareye başvurup haklarının yerine getirilmesini istemesi, istemin reddi halinde bu işlemin tebliğini izleyen günden itibaren, cevap verilmemesi halinde ise zımni ret süresinin bitiminden itibaren dava açma süresi içinde dava açması gerekirken, eylem tarihinden itibaren 5 yıllık süre geçtikten sonra 30.03.2015 tarihinde idareye yapılan başvuru üzerine 10.07.2015 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunmaktadır.
Bu itibarla, olayda idarenin herhangi bir ihmalinin ve hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle maddi ve manevi tazminat davasını reddeden istinafa konu idare mahkemesi kararı sonucu itibariyle hukuka uygun görülmüştür.
Açıklanan nedenlerle; davanın reddi yönündeki İzmir 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 24/11/2016 tarih, E: 2015/1086, K: 2016/1535 sayılı karara karşı yapılan istinaf başvurusunun yukarıda belirtilen gerekçe ile reddine, davanın adli yardım talepli olması nedeniyle istinaf başvurusu sırasında alınmayan 85,70-TL başvuru harcı ile 44,00-TL posta giderinin, davacıdan tahsilinin Mahkemesince tahsil dairesinden istenilmesine, kesin olarak 25/05/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 6. İDD 2017/634 esas ve 2017/748 sayılı kararı
Malpraktis Dava Örnekleri (Ceza)
“Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafii ile katılanlar vekilinin yukarıda ilgili bölümde ileri sürdüğü bu kapsamdaki ve yerinde görülmeyen diğer temyiz sebeplerinin reddine, ancak;
1.Adli Tıp Kurumu 1.Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 26.02.2014 tarihli raporunda “…kişinin ölümünün akciğer kanseri ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu,”nun ve sanığın kusur durumuna ilişkin olarak ise ”kişinin nefes darlığı şikayeti ile Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yapılan değerlendirmesinde muayenelerinin yapılarak uygun tetkiklerin yaptırıldığı, medikal tedavisinin düzenlendiği, gerekli konsültasyonların yapıldığı, konsültasyonlar doğrultusunda tedavisinin düzenlendiği dikkate alındığında kişinin tedavisinden sorumlu doktorlara ve yardımcı sağlık personeline atf-ı kabil kusur olmadığı, Uz. Dr. …’ün 31/05/2011 tarihinde icapçı doktor olduğu ve çağrıldığında hastayı muayene etmesi için hastanın yanına gitmesi gerektiği, olay gecesi hasta ile ilgili olarak çağrıldığında gelmeyip muayene etmemiş olması halinde kusurlu olduğu, ancak Uz. Dr. … ifadesinde olay gecesi icapçı doktor olmasına rağmen hastanede bulunduğunu belirttiği ve hasta için çağrıldığında hastayı muayene ettiğini belirttiği dikkate alındığında Uz. Dr. …’ün gelip hastayı muayene etmiş olması halinde Uz. Dr. …’e atf-ı kabil kusur olmadığı, bu ikisi arasında ayırım yaptıracak tıbbi evrakın adli tahkikat dosyası içinde bulunmadığı, bu cihetle Uz. Dr. … olay gecesi hastayı gelip muayene edip etmediğinin adli tahkikat ile aydınlatılması gerektiği ”nin belirtildiği ancak hastanın ölümü ile sanığın eylemi arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığının ve hastayı muayene ettiği takdirde ölümün gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin belirtilmediği anlaşılmakla; ilgili hastaneden ölene ait tüm tedavi evrakı temin edildikten sonra dosya Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kuruluna gönderilerek, sanığın eyleminin tıp kurallarına uygun olup olmadığı, eylemi ile meydana gelen netice arasında illiyet bağı olup olmadığı, gerçekleşen ölüm neticesinin yapılmayan muayene sonucu meydana geldiğinin nitelendirilip nitelendirilemeyeceği, meydana gelen sonuç açısından var ise kusurlu eyleminin nelerden ibaret olduğu ile sanığın kusurunun bulunup bulunmadığına ilişkin denetime açık şekilde rapor aldırılıp, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
Kabule göre de;
2.Sanık hakkındaki hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesine karar verilirken, adli para cezasının belirlenmesine esas alınan tam gün sayısı ve uygulama maddesi olan TCK’nın 52/3. maddesinin gösterilmemesi suretiyle CMK’nın 232/6. maddesine aykırı hareket edilmesi,
3.Sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 85/1, 62/1. maddeleri uyarınca hükmolunan 1 yıl 8 ay hapis cezası, adli para cezasına çevrilmesi sırasında 605 gün belirlenip günlüğü 20 TL’den olmak üzere sonuç cezanın 12.100 TL olarak belirlenmesi yerine hesap hatası yapılarak sonuç cezanın 12.000 TL olarak belirlenmesi,
Hukuka aykırı olup, açıklanan nedenlerle İstanbul 43. Asliye Ceza Mahkemesinin kararına yönelik sanık müdafii ile katılanlar vekilinin temyiz istekleri yerinde görüldüğünden hükmün, 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereği, Tebliğname’ye uygun olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,
Dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,
09.04.2025 tarihinde karar verildi.
Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 09.04.2025 tarih ve 2022/9963 esas ve 2025/3641 sayılı kararı